Arkeoloji bir bilim dalı olarak, XIX. yüzyıldan
beri kendi içinde tarihsel gelişim ve değişim geçirerek, diğer bilim dalları
arasında yerini almıştır. Eski toplumların bütün yapıp etmeleri (beslenme
tarzları, ürettikleri ürünler, savaşları...) maddi kalıntıları, maddi
kalıntılara bağlı olarak ilişkileri... vb. arkeolojinin konusunu
oluşturur. Bu yüzden arkeolojinin uğraştığı, ele aldığı bütün sorular ve
sorunlara "arkeolojik metin" diyebiliriz. Eski Yunanca’nın
‘‘Arkhaios’’ (= eski ) ve ‘’Logos’’ (=bilim) kelimelerinden türetilmiş olan
arkeoloji kelime olarak (Osmanlıca ‘’ Atikiyat’’) ‘’Eskinin Bilimi’’ anlamına
gelirse de diğer bütün bilim dallarının kaynağı ‘’anası ‘’ durumundadır.
O halde öncelikle arkeolojik bir metnin yorumlanmasının
ne olup olmadığı ve arkeolojik yorumlamanın niteliğini incelememiz
gerekmektedir. Arkeologun arkeolojik metinle arasındaki tarihsel uçurumun
varlığı, yorumu kaçınılmaz bir hale getirir. Ama hemen belirtmemiz
gerekir ki; yorum sadece tamamlanmamış parçaları tamamlamak için yapılan
bir uygulama değildir. Yorum; arkeolojik metni anlamlandıran, metnin
konuşmasına kulak veren ve ona katılan bir uygulamadır. Öte yandan en
betimleyici, işlevsel açıklamalar bile belirli bir zihinsel işlemden
(çeviri, analoji, düzenleme, sınıflama...) geçtiğinden dolayı yorumlamanın
kaçınılmaz olduğu söylenebilir. Yorumlamada bizim "görme ve
algılama" biçimimiz, yargılarımız önemli rol oynar. Böylelikle
yorumlamanın epistemolojik yönüne değinmiş oluruz. Yorumun kendine ait işleyişi
ve yasası vardır. Bir arkeolojik metne uygulanırken de bunlar işlemeye devam
eder. Örneğin; bir çanak-çömlek parçası bulduğumuzda bunun öküzlere takılıp
toprağı eşmekte kullanıldığını söyleyemeyiz.( Bu konuda daha fazla bilgi için
bkz. ECO, U., 1996, Yorum-Aşırı Yorum, Can Yay., İst.)
Arkeolojik yorumlamayı
eşsüremli ve artsüremli yorumlama olarak inceleyebiliriz. Eşsüremli
yorumlama; içine betimlemeyi-açıklamayı da alarak arkeolojik buluntu öğelerin
kendi içinde gelişimsel, değişimsel ve ilişkisel düzeylerini yorumlama
uygulamasıdır. Artsüremli yorumlama ise; arkeolojik bir metnin
yöntembilimsel-kuramsal olarak diğer bilim dallarının yardımıyla yorumlamaya
girişme çabasıdır. Bugün jeomorfolojiden antropolojiye kadar birçok bilim
dalları arkeolojiye yardım etmekte. Tüm bu bilim dallarının yardımından elde
edilmeye çalışılan amaçsa, arkeologun arkeolojik bir metni daha sağlam
verilerle yorumlamaya girişmesi olabilir.
Yoruma bir katkı
sağlayabileceğini düşündüğümüz dilin tanıklığına değinelim: Ferdinand de
Saussure, dilin, insanbilime, tarihöncesi bilimine pek de aydınlatıcı bilgiler
sağladığına inanmaz: "...Dil ortaklığına bakarak kan birliği bulunduğu
sonucuna varılabileceği, bir dil ailesinin insanbilimsel bir aileye denk
düştüğünü sanmak yanılgı olur..."
Farklı toplumların aynı dili
konuştukları, farklı dillerin aynı toplum içinde konuşulduğu tarihsel bir olgu
olarak gözlemlenebilir. Ayrıca dilin türsel özelliği olan morfo-sentaksına
bakarak, toplumun nesneleri düzenleyiş biçimini ve sıralayışını öğrenemeyiz.
Latince, Grekçe gibi belirli bir söz dizim kuralı olmayan dilleri konuşan
toplumların, nesneleri gelişigüzel düzenlediğini, nesnelerin gelişimsel ve
değişimsel durumlarının bu yönde ilerlediğini söyleyemeyiz. Dil söz konusu olduğunda
paradoks gibi görünen durumlar ortaya çıkar. Mircea Eliede eski
toplumlarda Üretim araç ve gereçlerinin kullanımını kısaca nesnelere ilişkin
tutumun "mitler" aracılığıyla yani dil sayesinde aktarıldığını
söyler. aynı biçimde Vladimir Propp folklorun gerçeklikten kaynaklandığını ve
bir "gerçek" olduğunu belirtir. Dil belirli bir yoruma ulaştığında
nesnelere ilişkin tutum ve davranışın aktarıcısı olur. Gerçekten de bugünkü
tüketim mantığımızın, nesnelere bakış açımızı değiştirmediğini söylemek saçma
olurdu. Tüm bunlardan çıkan sonuç; arkeolojik bir metnin çok bilinmeyenli
denklem gibi olduğu, konuya nasıl bakarsak bakalım bazı öğelerin karanlıkta
kaldığını söyleyebiliriz. Zaten arkeoloji bu karanlık noktaları aydınlatmak
için kazmıyor mu?
Hans George Gadamer'in hayatı boyunca cevap aradığı "Bir metni anlamak ne demektir?" sorusunu, biz "Bir arkeolojik metni anlamak ne demektir?" şeklinde tekrar sorabiliriz. Soruya başladığımız yer, arkeolojinin toprağa ilk çapa vurduğu yerle aynı.
Hans George Gadamer'in hayatı boyunca cevap aradığı "Bir metni anlamak ne demektir?" sorusunu, biz "Bir arkeolojik metni anlamak ne demektir?" şeklinde tekrar sorabiliriz. Soruya başladığımız yer, arkeolojinin toprağa ilk çapa vurduğu yerle aynı.
ARKEOLOG NEDİR?
MESLEK TANIMI:İnsanın dünya üzerinde
görülmesinden Ortaçağa kadar geçen süreç içinde insana ilişkin her türlü
kalıntı ve buluntuyu, doğal çevre ile insan arasındaki ilişkileri, yüzey,
sualtı araştırmaları ve kazılarla ortaya çıkaran, inceleyen, değerlendiren ve
koruyan kişidir.
GÖREVLERİ:
- Eski
çağlardan günümüze kalmış toprak veya su altındaki eserleri gün ışığına
çıkarmak için kazılar yapar,- Kazılardan elde edilen eserleri temizler,
- Parça eserlerin yapıştırılmasını (konservasyon), bakım-onarım ve restorasyonunu yapar, eserlerin kaydını tutar, korunmasını sağlar ve halkın bilgisine sunar,
- Kültür Bakanlığında çalışması durumunda; kazılarda gözlemci olarak görevlendirilebilir,
- Korunması gereken kültür ve tabiat varlıklarını saptar ve kaydını tutar, bunlara yönelik koruma ve restorasyonlar konusunda kararlar çıkarılmasını sağlar,
Çevresindeki antik kentlerin (ören yerlerinin) belirli aralıklarla denetimini yapar. Ayrıca müzelerde çalışanlar kolleksiyoncuların denetimini de yapar.
KULLANILAN ALET ve MAKİNALAR:
- Spatula (ucu sivri küçük mala), kazma, kürek,
el arabası, keski, su terazisi, fırça, süpürge, fotoğraf makinesi, metre,
ölçüm, çizim araç-gereçleri, kimyasal maddeler, sondaj aletleri.
MESLEĞİN GEREKTİRDİĞİ
ÖZELLİKLER
Arkeolog olmak isteyenlerin;
- Tarih ve kültür konularına meraklı ve bu alanlarda başarılı,
- Açık havada çalışma yapmaktan hoşlanan,
- İyi bir gözlemci ve araştırıcı,
- Bedence sağlam,
- Normalin üstünde genel yeteneğe ve özellikle sözel düşünme ve neden-sonuç ilişkisini ortaya çıkarabilme gücüne sahip,kimseler olmaları gerekir.
- Tarih ve kültür konularına meraklı ve bu alanlarda başarılı,
- Açık havada çalışma yapmaktan hoşlanan,
- İyi bir gözlemci ve araştırıcı,
- Bedence sağlam,
- Normalin üstünde genel yeteneğe ve özellikle sözel düşünme ve neden-sonuç ilişkisini ortaya çıkarabilme gücüne sahip,kimseler olmaları gerekir.
ÇALIŞMA
ORTAMI ve KOŞULLARI:
Arkeologlar
görevlerine göre değişik ortamlarda çalışırlar. Araştırma yapan arkeologlar,
çoğunlukla okuyarak, yazarak görev yaparlar, yaz aylarında kazı çalışmalarını
açık havada yürütürler. Müzelerde çalışanlar için çalışma ortamı temiz ve
sessizdir. Bir kazıda ilginç bir parçanın bulunması ve ait olduğu dönemin
belirlenmesi uzun ve zahmetli bir çaba sonucunda gerçekleşir ve bu durum kişiye
büyük bir mutluluk verir. Arkeologlar, eski çağ tarihçisi, heykeltıraş, mimar,
topoğraf, teknik ressam, fotoğrafçı, epigraf (yazıt okuyan kişi) gibi meslek
elemanlarıyla sürekli iletişim halinde çalışırlar.
YÜZEY ARAŞTIRMASI
Arama bir arkeologun ilk işidir.Yeraltında bulunan eski kültür kalıntılarını çıkarmada titiz bir çalışma yapmak gerekir. Arkeolojik yerleşmelerin bulunması, belgelenmesi ve bunların herhangi bir kazı işlemine başvurulmadan bilimsel yöntemlerle incelenmesi, toprak üstündeki kalıntılarının elde edilip yorumlanmasına ‘’yüzey araştırması’’ denir. Henüz bilinmeyen arkeolojik yerler, açık arazide yürüyerek yada araba ile dolaşılarak bulunur. Amaçlı olarak yapılan bu araştırma, arkeolojik yüzey araştırmasının gerekli bir bölümüdür ve çalışmanın ilk basamağını oluşturur.
Esi kayıtların ve yer adlarının incelenmesi, çoktandır unutulmuş yerlerin yeniden bulunmasına yardımcı olabilir. Bu nedenle eski ve yeni yerlerin bir haritaya işlenmesi de arkeolojik araştırmanın gerekli bir parçasıdır. Buda gerek arkeolojik merkezlerin normal topografik haritalara işlenmesinde, gerekse belirli dönemlere özgü haritaların hazırlanmasında çok yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Özellikle insan elinden çıkan nesnelerin dağılımını gösteren haritalar arkeolojik araştırmalarda birer anahtar niteliğindedir.
Hava fotoğrafçılığının gelişmesi de yüzey araştırmasında önceleri yalnızca araziye bağımlı olan arkeologa büyük bir kolaylık sağlamıştır. Hava fotoğrafçılığının arkeolojik araştırmalarda kullanılması, I. Dünya Savaşı sırasında askeri keşiflerin bir yan ürünü olarak başlamıştır. II. Dünya Savaşında savaşan ülkelerin fotoğrafla haber alma bölümlerinde daha çok arkeologların görev yaptığı izlenir.
Bugün havadan çekilen fotoğraflarla her yıl yeni yeni arkeolojik yerleşme yerleri saptanmaktadır. Bunların bir bölümü, sabahın erken saatlerinde yada akşam üstü, yani özel ışık koşullarında daha iyi seçilebilen yıkıntıların toprak üstünde daha iyi yer aldığı yerleşmelerdir. Ancak büyük bir bölümü, yürüyerek yada araçla giderken gözle asla seçilemeyecek yerler olup; sadece fotoğrafta toprak renginin yada bitki yoğunluğunun değişmesi ile kendilerini belli eder.
Arkeolojik merkezleri saptama çalışması saptama çalışması olağan yüzey araştırmaları ve havadan yapılan tarama ve fotoğraflama yöntemlerinden başka yollarla da yürütülür. Çok basit bir yöntem toprağın dövülmesidir. Böylelikle alttaki yapılar ve dip topraktaki eşitsizlikler sese dayanarak bulunur. Dip sondalarıyla duvar ve hendeklerin izini yakalama olanağı da vardır. Örneğin 1957’de Monte Abbatone (İtalya) mezarlığındaki bir Etrüsk Mezarında denenen ‘’Nistri Periskobu’’ zamanla büyük gelişme göstermiştir. Bu periskop bir mezar odasına sokulmakta odanın duvarlarının ve oda içindeki eşyaların fotoğrafları çekilebilmektedir.
Arkeolojik yüzey araştırmasında uygulanan bir diğer çağdaş yöntem ise, arazinin elektrik iletkenliğinin ölçülmesine dayanır. Özellikle geniş ölçekli petrol aramaları için geliştirilen bu yöntem, 1940’ların sonlarında arkeologlarca kullanılmaya başlamış ve oldukça yararlı sonuçlar alınmıştır.
Bir başka teknik, magnetik arama yada jeofiziksel arama yöntemidir. Bu yöntemle toprağın altındaki nesneler, yarattıkları magnetik sapmalara göre bulunur. Proton magnetometresi gibi aygıtların kullanıldığı bu yöntem ilk kez 1957-1958’lerde denenmiştir.Bir Amerikan araştırma ekibi Sicilya’daki Sybaris’i bu yöntemle keşfetmiştir. Jeofiziksel araştırma yöntemi Türkiye’dede arkeolojik amaçlarla ilk kez 1968’de, Keban kazıları sırasında kullanılmıştır.
Toprak üstü arama-yüzey araştırması- çeşitli merkezler üzerinde uygulanabilen bir yöntemdir. Uygulandığı yerlerden önde gelen yerlerde; höyük, akropol, düz arazi yerleşimi, kurumuş nehir yatağı, tümülüs ve nekropol’dür.
ERGİN İZCİLERİN ARKEOLOJİK ÇALIŞMA ALANLARI
1.Kazılar: Ergin izcilerin kazı ekibi içerisinde
yer alabilmesi için öncelikle hangi kazıda çalışacağının belirlenmesi ve ilgili
kazı başkanı ile gerekli görüşmelerin tamamlanmış olması gerekir. Bu görüşmeler
tamamlandıktan sonra Ergin İzciler kazı ekibine dahil olabilir. Kazı yerinin
kültür özelliklerine göre arkeologların çoğunlukta olduğu bir kazı ekibi
kurulur. Kazı başkanı tarafından oluşturulacak ideal bir kazı ekibinde
bulunması gerekli teknik elemanlar şunlardır:
- Arkeologlar
- Mimar
- Epigraf
- Sanat Tarihçi
- Jeomorfolog
- Bizantolog
- Bakanlıkgörevlisi
- Mimar
- Epigraf
- Sanat Tarihçi
- Jeomorfolog
- Bizantolog
- Bakanlıkgörevlisi
Bu bilimsel ekipten başka teknik hizmetlerle
ilgili yardımcılar, mutfak sorumlusu, şoför,kazı evi bekçisi ve mutemet de
kazıda görev alır. Ergin İzciler ilgi alanları doğrultusunda kazı başkanınca
kendilerine verilecek her türlü görevi yapabilirler.
2. Yüzey Araştırmaları: Ergin İzcilerin ülkemizdeki kültür envanterinin sağlıklı oluşturulabilmesi adına yapabilecekleri en güzel hizmet alanlarından biriside budur. Yapılan çevre gezileri esnasında İzciler örnek olarak verilen formları yanlarında bulundurmalı, kültürel dokuya duyarlı olabilmeleri için önceden eğitim almalı, ve bu doğrultuda hazırlanacak formları köyde ise, köy tüzel kişiliklerine, ilçede ise, kaymakamlıklara, ilde ise, valiliklere bildirmek sureti ile bu alanda en güzel hizmeti vermiş olacaklardır.
2. Yüzey Araştırmaları: Ergin İzcilerin ülkemizdeki kültür envanterinin sağlıklı oluşturulabilmesi adına yapabilecekleri en güzel hizmet alanlarından biriside budur. Yapılan çevre gezileri esnasında İzciler örnek olarak verilen formları yanlarında bulundurmalı, kültürel dokuya duyarlı olabilmeleri için önceden eğitim almalı, ve bu doğrultuda hazırlanacak formları köyde ise, köy tüzel kişiliklerine, ilçede ise, kaymakamlıklara, ilde ise, valiliklere bildirmek sureti ile bu alanda en güzel hizmeti vermiş olacaklardır.
TARİHİ KALINTI ARAŞTIRMA METODLARI
-YÜZEY ARASTIRMASI : Yeraltında bulunan eski kültür kalıntılarını çıkarmada titiz bir çalışma yapmak gerekir.Arkeolojik Yerleşmelerin bulunması,belgelenmesi ve bunların herhangi bir kazı işlemine başvurulmadan bilimsel yöntemlerle incelenmesi, toprak üstündeki kalıntılarının elde edilip yorumlanmasına " yüzey araştırması " denir.Henüz bilinmeyen arkeolojik yerler,açık arazide yürüyerek ya da araba ile dolaşılarak bulunur.Amaçlı olarak yapılan bu araştırma, yüzey araştırmasının gerekli bir bölümüdür ve çalışmanın ilk basamağını oluşturur.Toprak üstü arama-yüzey araştırması- çeşitli merkezler üzerinde uygulanabilen bir yöntemdir. Bunlar;höyük,akropol, düz arazi yerleşimi, kurumuş nehir yatağı,Tümülüs ve nekropoldür..
1.HÖYÜK:Arapların "tell" ya da "tal",Perslerin "tepe" diye adlandırdıkları höyükler,eski yerleşmelerin yıkılması veya doğal tahribi sonrasında onların kalıntılarıyla oluşmuş doğal olmayan tepeciklerdir.
İlk çağlarda insanlar henüz yerleşik düzende yasamadıklarından,çoğunlukla da ağaç kovuklarında ve mağaralarda barındıklarından höyüklere rastlanmaz.Ancak Neolitik çağdan itibaren kurulan toprağa bağımlı yerleşmeler,çeşitli felaketlerle yıkılıp yok olurlar;zamanla bunların düzeni tabii olarak bir toprak katmanıyla kaplanır.Çoğu zaman da bu yıkıntının üzerine başka bir topluluk gelip yerleşir;veya yıkılan kentin eski sahipleri şehri tekrar yeni bastan imar ederler.Hep ayni yere gelip yerleşmesinin nedenleri arasında,yörenin coğrafi özellikleri,iklim şartları ve toprak verimliliği ile su durumu başta gelmektedir.
2.AKROPOL:"Akra" (yüksek), "Polis" (şehir) kelimelerinden türetilmiş akropol, yüksek ve savunulması kolay tepeler üzerinde kale anlamındadır.Bu kale içinde yönetici krallığa ait çeşitli sosyal ve dinsel yapılar yer alır.Akropol Kral’ın korunmasına ayrılmıştır;halk ise akropolün eteğinde yaşamını sürdürür.
3.DÜZ ARAZI YERLESMELERI:Düz yerleşmelerdeki asal özellik sur duvarlı kalelerdir.Özellikle savunma amacıyla sağlam yapılı surlar ve yerleşme olarak da tepe sırtları seçilmiştir.Akropol krallığı temsil ettiği için halk daha çok ovadaki tarlaların bulunduğu düz arazide yasardı
4.KURUMUS NEHIR YATAGI:Yöreye ait seramik ve benzeri tasınmış malzemeyi derleyebilmek, ayrıca toprak altı tabanlaşma konusunda kısıtlı da olsa bir fikir sahibi olmaya yönelik,yüzeyde yapılan araştırmaların bir bölümünü kapsar.
5.TÜMÜLÜS:Bunlar önemli kişilere,özellikle de kral ve prenslere ait mezar yapılardır.Gerek Tümülüs,gerekse höyük diş görünüş olarak birer "yapay tepecikten oluşmuştur.farklılık iç yapıdaki kuruluşlardır.Tümülüslerde önce mezar odası düz bir alan üzerine inşa edilir.Daha sonra üzeri kapatılarak dev bir toprak yığınıyla örtülür.Bu yapı tarzıyla hem mezarın yeri bir tepecikle belirlenmiş olur,hem de mezar odası soyguncuların dıştan gelecek tehlikelere karsı korunmuş olur.Örnek olarak,Frigler'in "Midas’ın Mezarı" diye anılan Gordion Büyük Tümülüs'ü gösterilebilir.Anadolu'da Tümülüslerin en yoğun rastlandığı yöre ise Lydia’dır.
6.NEKROPOL:Yüzey araştırmasının yapibilecegi bir diğer saha ise nekropollerdir." Nekro" (ölüler) ve "Polis" (şehir) kelimelerinden türetilmiş nekropol mezarlıkları kapsar.Genellikle kent dışında,bazen de ana kapının hemen yakinin da yer alırlar;Assos ve Termessos'ta olduğu gibi.
- BULMA : Araştırmacı,yüzeyde yaptığı çalışmalar sonucunda bazı verileri toplar.Bunların basında seramik eşya,kirik çanak-çömlek parçaları;küçük buluntularla sikkeler ve süs malzemesi gelir.Seramik eşya kırıldıktan sonra bir daha kullanılmadığı için,ayrıca hemen her yerleşimde bol miktarda ele geçmesi dolayısıyla geçmiş kültürlere ait ipuçları bulmada büyük önem taşır. Arkeologun yüzey araştırması sonucunda elde edebildiği bulgular değerlendirilir ve sonuçta,ilgili yerleşimde kazıya gerek olup olmadığına karar verilir.Eğer Araştırılan sahada seramik bulgu yoksa,bu orada kazı yapılamaz anlamına da kesinlikle gelmez.Bazen bir sikke,bazen de bir mühür ya da yazıt parçası bile oranın önemini göstermeye yeterlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder